Bir genç olarak hayatta atacağımız adımlarda tecrübeli insanlardan faydalanmak isteriz. Çıkacağımız yolun neye benzediğini göstermelerini bekleriz. Edebiyat dünyasına giren ve o dünyada kendi yerini bulmak isteyenlerin değerli bir arayışın içinde olduklarını görürüz. Bu konuya ve daha fazlasına ilişkin hususları deneyimli yazar ve şair Ahmet Murat Özel ile konuştuk.
Yazı yazma konusunda yolunu bulmak isteyenlere kendi tecrübeleriniz ışığında beş temel öneride bulunsaydınız ne önerirdiniz?
Yazmak fazla kişisel bir olay. Her birimiz kendi yolumuzu kendimiz buluyoruz, hatta açıyoruz. Ama yine de bazı deneyimler başkalarının da işine yarayabiliyor. Öncelikle iyi bir okur olmalı. Yazıyı biz icat etmiyoruz. Biz bir geleneğe eklemleniyoruz. Bu sebeple, bu geleneğin ne olduğunu okuyarak öğrenebiliriz. En iyileri, klasikleri, çağdaşları, oyuncu metinleri, dille uğraşanları… Hepsini okumalıyız. Ayrıca, yazmak isteyince, onay beklemeden yazmalıyız. Yazmak cesaret işidir. Sonra, yazdıklarımızı okutabileceğimiz arkadaşlarımız olmalı. Bir de yazdıklarımızı, yazarların, editörlerin okumasını sağlamalıyız ki bunun bir yolu onlara ulaşmaksa, daha kolay bir yolu yazdıklarımızı dergilere göndermektir.
Yazarlardan, şairlerden duyduğumuz ifadelere göre insan daha çok hüzünlü olduğu zamanlarda yazmaya yöneliyor. Sizce de öyle mi ve sebebi ne?
Benim için öyle değil. Yazmak sadece acıları ve üzüntüleri dile getirmeye yarayan bir şey değil. Yazmak bazen oyun, bazen itiraz, bazen çemberi yarmadır.
Yazmakta bazen oyun var, bazen itiraz var, bazen kavga var, bazen çemberi yarma ihtiyacı var… Dolayısıyla yazmanın hüzünle ilişkilendirilmesi onu tam anlamamak olur. Yazmanın, bir tür kırıklık, itiraz içeren bir güceniklik içerdiği söylenebilir. Ama bu duygunun adı sadece hüzün değildir. Üstelik hüzün çok yıpranmış ve yorgun bir kelime. Uzak dursak iyi olur.
Edebiyatla bu kadar iç içe olmak kişinin hayatını duyguları ile yönetmesine neden olur mu?
Edebiyat duygu işiyse evet, ama duygu işi değil. Önceki soruda buna değinmeye çalıştım. Edebiyatı melankoli gibi algılamak yanlış.
Edebiyat bizde yıkıma değil, ayağa kalkmaya yol açar.
Edebiyatın duyarlılığı keskinleştirdiği söylenebilir. Daha yakından, daha derinden, daha keskin görmemizi ve duymamızı sağlayabilir. Ama bu bizde yıkıma değil, kelimeler sayesinde ayağa kalkmaya yol açar. Edebiyat okumak, bizi duygusal insanlar yapıyorsa, okuduklarımızda bir sorun olabilir, ya da okuma tarzımızda bir sorun olabilir. Bir roman, oradaki duygu ifadelerinden daha fazla bir şeydir. Orada dönemin şartları, insanın çelişkileri, dilin boğumları vardır ve bunlar ancak uyanık kalarak ve duygulara teslim olmayarak kavranabilecek şeylerdir. Don Kişot’u okumak, zavallı bir meczuba acımaya yol açmaz bizde. Orada birçok bileşen devrededir çünkü.
Kuşlarla Sohbetin Şartları eserinde; “Nasılsın diye sorduğunda karşılığında bir beyit okuyanlar” diye bir cümle var. Yazarlık alanında ilerledikçe sizin de dünyanız böyle oldu mu?
Eğer bana nasılsın dendiğinde buna bir beyitle karşılık verip vermediğimi soruyorsanız, hayır derim. Gündelik hayatta böyle bir şeye niye ihtiyaç duyayım ki?
Biz kurmaca karakterler değiliz.
Kurmaca karakterler bazen bizi manipüle ediyor ve bu karakterlerin gündelik hayatta bulunduklarını sanabiliyoruz. Ben, biz, kurmaca karakterler değiliz. Romanlardaki gibi konuşmaya gerek yok o yüzden. Ayrıca hafızam çok iyi değil bence. Kendi şiirlerimi de ezberlemiş değilim.
Şiir ve yazılarınızda birçok konuya aynı anda değinebiliyorsunuz. Bu açıdan baktığımızda ufkunuzu genişleten unsurlar nelerdir?
İlgi alanlarım çeşitlidir. İlahiyat, edebiyat, felsefe, tasavvuf, tarih, sosyoloji, sanat kuramları ilgimi çeken şeyler. Bunların bazıları mesleki olarak daha önde olsa da, hepsiyle ilgiliyim. Bu okumalar, muhtemelen zihnimde bunlar arasındaki bağlantıları zenginleştiriyor. Benim de gündemim çeşitlenmiş oluyor.