Santur ülkemizde yaygın bir enstrüman değil ve santur çalan ustaların sayısı da az. Sedat Anar’la santuru, müziği ve sokağı konuştuk.
Hayallerimin peşinde koştum
hep. Santuru çalabilecek
bir salon bulamadım. Kimse
santuru bilmiyordu. Ben bir
belediyeye “santur konseri
yapmak istiyorum” demiştim.
Onlar santuru turizm
şirketi sandılar. Sokak benim
için müthiş bir okul oldu.
Nasıl bir çevrede yetiştiniz? Sizi besleyen kaynaklar ve ilham aldığınız insanlardan bahseder misiniz?
Ben kütüphanesi olmayan bir köyde doğup büyüdüm. Bir köyde insanın hayatını değiştiren en önemli etken öğretmenleridir. Kitap okumaya ve cura çalmaya öğretmenim sayesinde başladım. Ergenlik döneminde kitap okumak bana yeni ufuklar açmıştı. Gorki ve Dostoyevski ile tanışmıştım. Onları okuyunca başka dünyalar da varmış dedim.
İneklerimiz vardı; arada onları otlatmaya götürürken kitap okuyordum. Üniversiteyi kazanıp Ankara’ya geçince büyük sanatçılarla birebir tanışma fırsatım oldu. Onlar bana yol gösterdiler ve ben böyle her cenahtan insanlarla dost oldum. Çünkü farklı farklı görüşler, düşünceler ve renkler hayatımı anlamamda bana yol gösterdiler. Çok iyi müzik dinleyicisi oldum. Ailemin maddi durumu iyi olmadığı için para gönderemiyorlardı. Kiramı ödeyebilecek seviyeye geldikten sonra kitap ve albüm almak için daha çok Ankara’nın Sakarya Caddesi‘ndeki üst geçitte santur çalardım o gün alacağım kitaplar ve albümler için. Tabii sonrasında konserler başlayınca, sponsorlar olunca daha rahat bir seviyeye ulaştım ve şimdi gayet rahat kitap alabiliyorum. İyi de bir kütüphanem var.
Peki ülkemizde santruzen sayısının ve santura ilginin az olmasının sebebi nedir?
Santur, Türk müziğine uygun bir enstrüman değil. Bu yüzden zahmetli ve daha çok solo olarak dinlenilen bir çalgı. Tebriz’de yaşadım 1 yılı aşkın süre. Orada şunu gördüm: İran’da bu kültür tamamen farklı. Mesela tek başına santur çalıyor, konser yapıyorlar. Ben de Türkiye’ye bunu yapmaya çalıştım. Hatta 2019’da Yapı Kredi Loca’da santur konseri yaptım tek enstrümanla. Mesela bizde tambur çalan çok büyük bir üstat tek başına bir konser verdiği zaman dinleyici alışkın değildir. Ama Doğu ülkelerinde müzisyenler tek başına sazıyla enstrümantal konserler verebiliyorlar. Bu yüzden İran’da aktif olma sebeplerinden birisi bu. Türkiye’de santurun bilinirliği sokak müzisyenleri sayesinde oldu. İlginç bir şey bu; sokak müzisyenleri 2000’li yılların başından beri santuru tekrardan insanlara duyurmayı başladı.
Müziğe olan ilginiz nasıl gelişti?
Hayallerimin peşinde koştum hep. Santuru çalabilecek bir salon bulamadım. Kimse santuru bilmiyordu. Ben bir belediyeye “santur konseri yapmak istiyorum” demiştim. Onlar santuru turizm şirketi sandılar. Sokak benim için müthiş bir okul oldu. Her kesimden insanlar sizi dinliyor ve insanları çok iyi tanıyorsunuz sokakta. Mesela ben santur çalardım, kafam eğik olduğu için insanların ayakkabılarına bakardım hep. İnsanları ayakkabılarından bile analiz edebilirdim. Ankara’da defalarca itilmiş kakılmışlığımız hatta dayak yemişliğimiz var. Biz Ankara’da ilk sokak müziği yapan insanlardık. Arkadaşlarımla “Masala” diye bir grup kurduk. İnsanlar İlk başlarda çok algılayamazlardı ne yaptığımızı ama müthiş bir ilgi olurdu. Mesela sokakta tiksinerek baktığımız, üstü başı yırtık, sokakta yatan insanlara bakınca “ay ne kadar itici, miadem bulandı” falan dediğimiz insanla biz sohbet etme şansına sahip olduk. Herkesin bir hikâyesinin olduğunu öğrendik. Size zaten hayatı öğreten de bu oluyor.
Santurun ana vatanı hakkında bir bilgiye sahip miyiz?
Santurun tarihi Eski Mısır’a kadar uzanıyor. Aynı zamanda ben Santurnâme kitabımda yazdım; Tevrat’ta santurdan dört defa bahsediliyor. Tevrat enstrümanlardan en çok bahseden kutsal kitaptır. Tevrat’ta yazıldığı için daha çok İbrani çalgısı olarak geçiyor. Osmanlı’da 17. yüzyılın başlarından itibaren görülmeye başlıyor. Santuri Ali Ufkî diye birisi var. Daha sonra saray müziğinden çıkartılıyor. Bu İran çalgısı diye çıkartılıyor mesela. Sadece santur çıkartılmıyor saray müziğinden kanun da Arap çalgısı diye çıkartılıyor. Aslında has Türk sazı diyebileceğimiz çok az saz var. Has Türk çalgısı diyebileceğimiz bir enstrüman var o da mızraplı tambur. Cumhuriyet döneminde Santuri Ethem Efendi var. Onun dışında sokak müzisyenlerine kadar yani 2000 yılların başlarına kadar 6-7 tane santuri var; Hüsnü Tüzüner, Zühtü Bardakoğlu, Vecdi Seyhun, Sadun Ersin, Ziya santur gibi santuriler… Ondan sonra tamamen unutuluyor. Dediğim gibi 2000’li yılların başlarında sokak müzisyenleri tekrardan santuru Türk musikisine katıyor.
Peki o dönemlerde önemli santurzenler var mı?
Santuri Ali Ufkî, Osmanlı musikisinin en temel isimlerinden birisidir. Osmanlı musikisi denince ilk akla gelen kişidir. Cem Bahar’ın varsayımına göre Lehistanlı olduğu için Lehistan’dan Osmanlı sarayına getirilmiştir diyor. Ama biz Osmanlı’da Enderun’da santur icracılarının olduğunu biliyoruz. Çok az icracısı olduğu için tarihi hakkında elimizde fazla bilgi yok. Divan şiirinde santur geçen beyitler var. Mesela Şeyh Galib, şiirlerinde santurdan epey bahsediyor. Daha çok Mevleviler bahsediyor. Çünkü Mevleviler musikişinas. Yani hep göz ardı edilmiş bir çalgı. Hep az dinleyeni olmuş. Bu yüzden çok mutluyum çünkü solo albümler yaptım. İnşallah benim dışında yapan da olur.
“Ehl-i Beyt Besteleri” 2016 yılında Türkiye Yazarlar Birliği Müzik Ödülüne layık görüldü. Yeni çalışmalarınızdan haber var mı?
Her hafta bir şehirde konser yapıyorken şimdi salgın gelince evde oturur olduk. Bir sadece senedir üç kere çevrim içi konser yaptım. Eşim ve kardeşimle ev kayıtları diye bir şeye başladık. Kayıtları başta kamerayla yapıyorduk sonra kamerayı da bırakıp telefonun kamerasıyla çekmeye başladık. Yaptığım besteleri evde çalıp söylemeye başladım. Niyazi Mısri’nin “Gül müdür Bülbül müdür?” şiirine yaptığımız beste çok sevildi bu dönemde.