Aslında kimse kimseden çok büyük cümleler, eylemler beklemiyor. Kimi zaman yanımızdaki dostumuza vereceğimiz en büyük teselli sükûnettir.
Başımıza gelmeden her şey ne de kolay! Bir vefat haberi aldığımızda, bir gönül yarası dinlediğimizde… O sızı içimizde, en derinlerde bir yerleri sızlatmadığında usul usul “Başınız sağ olsun.” ya da “Allah sabır versin, geçer.” demek öyle kolaymış ki. Başa gelen çekilir elbet, çekiliyor da; acısı haftalar, aylar da sürse de. Ancak üç ay önce bizim için hiçbir anlam ifade etmeyen bir cümle gün gelip yaralarımızı sızlattığında, büyüdüğümüzü işte o zaman idrak ediyoruz. Öldürmeyen acı güçlendirir dedikleri tam da bu olsa gerek.
İnsan gün geliyor öyle bir noktaya ulaşıyor ki sanki bir günde, bir gecede büyümüş hissediyor. Daha yirmili yaşlarımı bile göremeden hayat kafama vura vura öyle büyük iki ders verdi ki bana… Asla büyük konuşma ve kınama; ne bir kimseyi ne de herhangi bir şeyi. Hep derdi büyüklerim de insan bizzat tecrübe etmeyince masal gibi geliyor o nasihatler.
Allah dağına göre kar veriyor da kimi zaman dağın eteklerinden sökülüp gelen karlar altında kalakalıyor insan, eziliyor, yerle bir oluyor. Sanki dünyada yapayalnız kalmış gibi hissediyor. Hissedilen karmaşayı, huzursuzluğu, acıyı kimse anlamıyor, hissedemiyor; tüm dünyanın yükü kendi omuzlarına binmiş gibi hissediyor.
Ben bir süper kahraman değilim! Belki geç kalınmış belki de erken yaşta iyi bir tecrübe, aydınlanma oldu benim için. Ben de insanım; beşerim, şaşarım. Yer yarılsa da o çukurda sonsuza kadar kaybolsam diye hissettiğim anlar olacak, oluyor da. Yorgun düştüğüm, yalnız kalmak istediğim… Kendime kendim bile farkında olmaksızın ne kadar yüklendiğimi fark ettim son zamanlarda. Özellikle yaklaşık iki yıldır, ne çok üstüme gelmişim.
Kimsenin acısını küçümsememeli. Herkesin acı anlayışı ve eşiği, baş edebileceği hadiseler bambaşka. Acının büyüğü küçüğü olmaz. Zaman zaman hepimiz bu noktada bencil olabiliyoruz. “Bak sen neye ağlıyorsun, kilometrelerce ötende insanlar açlıktan ölüyor!” Böyle bir teselli, acıyı küçümseme cümlesi yok, olmamalı. Kendinden daha vahim halleri kişiye hatırlatarak, başka acılarla kıyaslayarak kimseye bir aydınlatma yaşatamayız. Evet, orada da bir problem var, dünyanın her yerinden var, ancak şu an o dert de kişi için dünyanın en büyük sıkıntısı.
Aslında kimse kimseden çok büyük cümleler, eylemler beklemiyor. Kimi zaman yanımızdaki dostumuza vereceğimiz en büyük teselli sükûnettir. Bu bir nevi “Bak ben yanındayım, sakın yalnız hissetme. Ama acını da yaşa, şu an bunu ertelersen ileride sana daima ayak bağı olacak, yaşa ve bitir.” deme şekli zannımca ve en temizi, en huzurlusu, en güzeli.
Kınama ve büyük konuşma. Aslında bir nevi sesli düşüncem: “Bunun için de günlerce ağlanır mı?”, “Ben asla yapamam öyle bir yerde.”,”Onun gibi biriyle hayatta anlaşamam.” gibi onlarca örnek sıralayabiliriz. Gün geliyor asla umurumda olmaz dediğimiz hususta haftalarca kendinize gelemiyoruz. Gün geliyor doğup büyüdüğünüz, asla bırakmam dediğiniz şehri ardımıza bile bakmadan terk edebiliyoruz.
Hayat, gözlerimizi açmanın nasip olduğu her yeni gününde bize ders vermeye devam ediyor. Bunu da kimi zaman güldürerek kimi zaman aylarca gözyaşı döktürerek yapıyor. En nihayetinde yaşanılan her şeye tecrübe diyerek yolumuza bakmak gerekiyor. Çünkü zorundayız, biz istesek de istemesek de hayat devam ediyor ve başka çaremiz yok.