Eğer yenilirsek düşman eline geçen bu toprakların ilerideki halini düşünmek bana ölümden daha büyük acı veriyor. Kendi canımı koruyamadığım için üzülmem, doğmamış çocuğumun ve onun gibi yüzlerce çocuğun işgalcilerin zorbalığı silahı altında onların istediği gibi yetiştirilmesine mâni olamadığım için üzülürüm.
Yer yatağının içinde gecenin rehavetine rağmen kahverengi gözleri fal taşı gibi açık olan, daha on beş yaşındaki Toprak, boğazına kadar örttüğü yorganını üstünden atarak; “Anne, babamın yazdığı mektubu tekrar okur musun? Lütfen! Sen okuduğunda babamın varlığını ruhumda daha çok hissediyorum ve bu bana biraz olsun mutluluk veriyor. Lütfen!” dedi.
Yüzündeki çillerle güzelliğini bütünleyen Sıla, yaşlarla dolan gözlerini sobanın yanındaki eski, bir ayağı kırılmış kitaplığa çevirerek “Sen nasıl istersen oğlum.” dedi. Babayla oğlun arasındaki tek bağın geride kalan bu mektup olduğunu bilen anne, mektubu alarak yatağın içine girdi.
Neredeyse her gece okuduğu bu mektubun tüm sözcüklerini ezberlemesine rağmen, mektubu eline her alışında vücudunun titremesine ve kalbinin hızlı atışına engel olamıyordu. Boğazına yumruk gibi çöken bu sözler sesinin tizleşmesine sebep oluyordu.
“Sıla’m çok korkuyorum! Kendi canımın hiç olmasından değil. Sana ve karnındaki doğmamış çocuğumuzun geleceği, kaderi için korkuyorum.
Eğer yenilirsek düşman eline geçen bu toprakların ilerideki halini düşünmek bana ölümden daha büyük acı veriyor. Kendi canımı koruyamadığım için üzülmem, doğmamış çocuğumun ve onun gibi yüzlerce çocuğun işgalcilerin zorbalığı silahı altında onların istediği gibi yetiştirilmesine mâni olamadığım için üzülürüm.
Düşmanı def etmek ve bir an önce yanına gelmek için sabırsızlanıyorum. Ama belli mi olur belki de dönemem. Bu yüzden oğlumun öğrenmesini, hayatının temel ilkesi yapmasını istediklerimi söylemek istiyorum. Oğlum, toprağımızı sömürmek, milletimizi kırıp geçmek için binlerce kilometre öteden gelen bu alçaklar, olur da sen büyüdüğünde hâlâ topraklarımızın üzerinde bizlere eziyet ediyorlarsa onların hiçbirine boynunu eğme. Onları büyük görme. Hakları olmayan bu toprakları onların eline bırakmayacak bir yiğit elbet çıkacaktır. O ve onun gibi kahramanların peşinden bir karış toprağı bile düşmana bırakmamak için elinden geleni ardına koyma. Ama umarım savaşa dair benim gördüklerimin hiçbirini görmezsin.
Eğer biz galip gelirsek senden istediğim, toprağını milletini sevmendir. Topraklarımıza her ne kadar namahrem eli değdiyse de onu yüceltmek için oku! Kendini geliştirmemiş, söylenen her sözün doğruluğunu, araştırmadan kabul eden ve devletimizin binlerce parçaya bölünmesine sebep olanlardan biri olma!
Evimizin içini, gençliğimde ve işim gereği okuduğum kitaplarla doldurmuştum. Sana tek mirasım bu kitaplardır. Kendini geliştirebileceğin, kendi fikirlerini ortaya atarak halkın gelişiminde büyük roller oynayabilmen için sana bıraktığım tüm kitapları…”
Ani bir baskın yüzünden devamı gelmeyen mektubun son cümlelerini okuyan Sıla, gözyaşlarını daha fazla tutamayıp hıçkırarak ağlamaya başlamıştı. Oğlunun yüzünü avuçlarının içine alarak “Tıpkı baban gibisin; kitaplara ve gökyüzüne meraklısın. Her zerren ondan bir parça gibi. Gözlerindeki o parlak ışık, şu yaşında gösterdiğin olgunluk ondan sana kalan en değerli mirastır.” Annesinin inci gibi göz yaşlarını elinin tersiyle silen Toprak “Artık lütfen ağlama anneciğim! Eminim ki babam şu an kendi vatanımızda düşmansız, özgürce yürüyebildiğimiz için çok huzurludur. Her daim onun izinde olacağımdan emin olabilirsin. Babamın kanıyla sulanmış bu vatan toprağının bir avucunun dahi zarar görmemesi için elimden geleni ardıma koymayacağım.”
Sıla, oğlunun gül bahçesi gibi kokan saçlarını koklarken huzurlu bir hayale dalmıştı. Yaşı ilerlemiş olmasına rağmen annesinin koynundaki huzuru başka hiçbir yerde bulamayan Toprak, yorganı kulaklarına kadar örterek kendini rüya âleminin derinliklerine bırakmıştı.